10 Kasım 2018 Cumartesi

IVO ANDRİÇ’İN DRİNA KÖPRÜSÜ ADLI ROMANI BAĞLAMINDA HAYATLARA UZANAN KÖPRÜLER


Ahmet Haluk Yüksel, kültür kavramı için: “Kültür, insanın ortaya koyduğu ve içinde insanın da var olduğu tam gerçeklik biçimi” şeklinde tanımlanmaktadır. Daha geniş anlamıyla kültür; tabiata karşı insanların en başından beri sosyal ve bireysel hayatın her alanında gerçekleştirdiklerinin bir bütünü ve birikimidir. '' der. (Akt. Toksoy,2007:125) Köprüler, insanoğlunun ürettiği ve önemli kültürel mirasın birer parçasıdırlar. İnsanlık bu mirasa sahip çıkıp köprülere maddi boyutun da ötesinde farklı anlamlar yüklemiştir. Geçmiş uygarlıkların izlerini geleceğe taşıyan köprüler, insanlık uygarlığının ortak malı olmuş, şehrin ikonları haline gelmişlerdir. ''Kentsel mekânları oluşturan vazgeçilmez öğelerden şehir ikonları ait oldukları kentlerin sembolleridir. Kent dokusunda yarattıkları önemli etki kadar Lökçe’ye göre aslında 'onlar birer - lanmark- ve -ikon- olarak zamanda ve mekanda varolurken büyük düşüncelerin nerede ve nasıl olduklarının da işareti olurlar.'  Eğer kent, bir araya geldiklerinde bütünü oluşturan farklı parçalara sahip bir yapı ise; bu tür anıt yapılar da şehrin en önemli parçalarıdır ve kentler genellikle o ikonlar olmadan düşünülemezler. Şehir ikonları aynı zamanda bulundukları yerin ve zamanın, teknolojisi kültürü hatta yaşam tarzı ile, olanakları ya da olanaksızlıkları karşısında inşa edilmelerinin ardındaki mimari yaratıcılığın da birer simgesidirler.''(Selçuk, Akan,2005:37)

    Şehirlerdeki mekânlar ki köprüler bu konuda önemli bir fonksiyona sahiptirler. Mekânlar o şehirde yaşayan insanların yaşamsal pek çok olayları yaşadıkları simgesel yerlerdir. Şehir ikonları haline gelen kültürel eserler şehrin yaşamını, tarihini, zenginliğini ortaya koyar. Aynı zaman da şehrin prestijini de gösterir. Köprüler, sadece bir taş yapı değil şehrin imajı açısından da önemlidirler. Bu yüzden yapıların ihtişamlı olmasına, göz doldurmasına dikkat edilir. Bu yapılar şehrin ikonu olurlar. Geçen zamana,  güce meydan okurlar.  Şehirlerin kendilerine özgü özel kimlikleri bulunur. Bu özel kimlikler eserler yoluyla yansıtılır. Köprüler, bu anlamda şehrin estetik güzelliğini ve dinanizmini yükseltirler. ''Köprünün somut ulaşım işlevinin ötesinde simgesel, anlamsal ve kültürel içeriği de var. Öte yandan, 'yerin ruhu'nu belirlemede tayin edici rol oynadığı da yadsınamaz...''  (Selçuk, Er Akan,2005:39) Köprüler iki uzak mekânı birleştirme fonksiyonunun ötesine geçer. Simgesel olurlar. Dünyada pek çok şehir sahip olduğu köprülerle anılır. Hatta bazen bu köprüler şehrin isminin ötesine geçer.

    Bosna-Hersek'teki Drina Köprüsü, Mostar Köprüsü, San Francisco Golden Gate Köprüsü, Londra  Tower Bridge, Budapeşte Zincirli Köprü, Sidney Harbour Bridge, Türkiye'deki Boğaziçi Köprüsü iki mekânı birleştirmenin ötesinde kültürel manevi değerleri taşıyan geçmişi geleceğe bağlayan yapılardır. Bu yüzden bunlar mimari eser olmanın ötesindedirler. Şehirdeki kullanıcılar, zamanla bu köprülerle kendisini özdeşleştirirler.  ''Anlaşıldığı üzere insanın yeryüzündeki hayatı; çok büyük ölçüde zamana ve içinde yaşadığı fizikî çevreye göre şekillenmektedir.'' (Özder,2012:215) Zamanla bir kültür oluşur. Mümtaz Turan kültür için; ''Bir milletin hayat biçimi' olarak tanımlar. Canlı varlıklar içinde sadece insana özgü bir yetenek olan kültürü oluşturabilme aynı zamanda insanı hayvandan ayıran en temel özelliktir. Böylece insanın kavramlaştırma, soyutlaştırma, sembolleştirme ve akılsallaştırma özelliği ile kâinatı, tabiatı, kendini ve toplumu anlama, anlamlandırma, açıklama, oluşturma ve değiştirme çabası sonucu kültür ya da medeniyet ortaya çıkabilir.''  der. (Akt. Özder, 2012:16)

    Köprüler insanların kendilerini anlamlandırdıkları,  birtakım anlamlar yükledikleri cansız varlıklardır. Toplumun kültüründe  sahip olduğu coğrafik özellikler de etkili olur. Bosna-Hersek dağlık bir yapıya sahip olup pek çok nehre ev sahipliği yapmaktadır. Bu nehirlerde kurulmuş olan köprüler, bulundukları şehirlerle özdeşleşmişlerdir. Bosna-Hersek hem köprüler bakımından hem de sahip olduğu kültür bakımından zengindir. Birçok çeşitliliği kendisinde barındıran Bosna-Hersek kültürel, dini bir mozaikten oluşmaktadır. Başkent Saraybosna için Avrupa'nın Kudüs'ü tabiri kullanılmaktadır: ''Antik Butmir kültürüne beşiklik eden Bosna, Keltler, İlliryalılar, Romalılar vd. toplulukların hakimiyeti altında kalmıştır. Avar Türkleri’yle yakın ilişkileri bulunan Slav halklarının 6. yüzyılın sonlarından itibaren bölgeye göçü, Hristiyanlık ve İslam, BH’nin etnik yapısını belirleyen en önemli unsur olmuştur.'' (Eker, 2006:72) Bosna-Hersek tarihinde önemli bir olay da Osmanlı'nın Bosna'yı 1463'te fethetmesidir. ''Fatih Sultan Mehmed'in maiyyetinde seferlere katılan ve aynı sultanın biyografisini yazan Dursun Bey, Bosna'nın fethini anlatırken, 'Fi’l-cümle bu mübârek seferde dört vilâyeti feth ve istihlâs edüb sancakbeyi ve kadılar nasb edüb me’âdinleri üzere emînler konulub re’âyâya cizye-i şer’î olundu. Bu feth-i mübînle ganâyim-i azâyim-i bî-nihâyetle mürâca’at buyurdu ve dârü’s-saltana İstanbul’a geldi’ demektedir. Bu ifadeden Sultan II. Mehmed’in İstanbul’a dönüşünden önce, hemen fethi müteakip Bosna sancağının kurulduğu ve sancakbeyinin tayin edildiği anlaşılmaktadır.'' (Oruç, 251, http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5108, 10.03.2013) Daha sonra Bosna sancağında altı kadılık oluşturulmuştur: ''Yeleç Vilayeti ve Yeleç Kadılığı, Saray Vilayeti ve Saray Kadılığı, Kral Vilayeti ve Bobovats ve Neretva Kadılıkları, Pavli Vilayeti ve Vişegrad Kadılığı, Kovaç Vilayeti (Pavli Vilayetiyle birlikte Vişegrad Kadılığı), Hersek Vilayeti ve Drina ve Blagay Kadılığı '' (Oruç,254, http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5108, 10.03.2013)  ''Hersek vilayetinde iki kadılık bulunuyordu. Bunlar merkezi Foça’da olan Drina kadılığı ve merkezi Blagay olan Blagay kadılıkları idi. 1469 yılında Drina kadısı Mevlana Eminuddin, Sokol nahiyesinde 4097 akçelik gelir getiren iki karyeyi timâr olarak tasarruf etmektedir. 1472 tarihli bir Dubrovnik kaynağında Eminuddin 'hayatının sonuna kadar Hersek vilayetinin kadısı (Eminuddin, dozivotni kadija hercegovackog vilajeta)' olarak nitelendirilmektedir. Blagay kadısı İmran’ın Nevesinye nahiyesindeki bir karyeden 4080 akçelik bir timâr geliri vardı. Drina kadılığına tabi nahiyeler Sokol, Samobor, Kukany, Mileşevo, Dubştitsa, Bohoriç, Poblatye ve Kava’dır. Blagay kadılığı nahiyeleri ise Blagay, Gorajde, Zagorye, Bistritsa, Osanitsa, Tocevats, Vişeva, Kom, Neretva, Nevesinye, Blagay, Trebinye, Popovo, Vidoşka, Dabri, Konats Polye, Vatnitsa (Fatnitsa), Gatsko, Mostar, Drejnitsa, Onogoşt, Dubrava idi.'' (Oruç,261,http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5108, 10.03.2013)  Osmanlı'nın Bosna fethi siyasi olduğu kadar yeni bir kültürel dönemin de başlangıcı olmuştur. Çünkü bu tarihten sonra Bogomil mezhebine bağlı olan Bosnalı'lar topluca İslamiyet'i kabul etmişlerdir. Bu tarihten 1908 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun egemenliğine kadar Osmanlı'nın sınır ucundaki sınır ülkesi olmuştur. Bu topraklar doğu ve batı arasında tampon görevi görmüştür. Bosna topraklarında pek çok asker devlet adamı yetişmiş buralar İstanbul yönetimine her zaman yakın olmuştur. 1977-1978 Türk-Rus savaşından sonra ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bu toprakları almasından sonra 1918 yılında Sırp-HırvatSloven Krallığı'nın bir parçası haline gelmiştir. ''1970’li yılların dünyaya model olan Güney Slav Ülkesi aslında Osmanlı’dan sonra pandoranın kutusu hâline gelmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Tito’nun kadife kaplı demir yumruğuyla kapatılan kutu, ölümünün ardından yeniden açılacaktır.'' (Eker, 2006:73) Din Sırp, Hırvat ve Boşnaklar arasında en önemli kimlik olup aralarındaki derin fay hattını ortaya çıkarmıştır. Tito döneminde din öğesi ortadan kaldırılırken Tito'dan sonra yine baskın  ve ayırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. 

    Kimlik savaşında üç topluluk da  tam olarak aidiyet duygusunu taşımamaktadır. Hırvatlar, Hırvatistan'daki soydaşlarına bağlılıklarını sürdürürken Sırplar, Sırbistan'daki soydaşlarına bağlılıklarını sürdürmektedirler. Boşnak müslümanları ise bu anlamda kendilerini yalnız hissetmektedirler. ''Etnik kimlik, toplumun kendisini nasıl gördüğü ve başkalarının toplumu nasıl gördüğü olmak üzere iki boyutludur. ‘Dinsekülerizm, tarih, coğrafya, dil, zaman, koşullar’ vb. değişkenlerin ortaya çıkardığı bu iki boyut, her zaman birbiriyle tutarlı değildir. B-H’de, kimin; kimi, kime, neye göre adlandıracağının kesin ölçütleri yoktur. Müslüman, Ortodoks ve Katolik etnitelerin nasıl adlandırılması gerektiği çok karmaşık, karmaşık olduğu kadar yaşamsal bir sorundur.'' (Eker,2006:74) Zaman zaman Bosnalı tabiri kullanılmakla birlikte Sırplar ve Hırvatlar bu tabirin müslümanları çağrıştırdığı gerekçesiyle bu tabiri kullanmayı reddetmektedirler. Bununla birlikte Boşnakların müslüman Sırp olduğu savı da ileri sürülmektedir. Bu kimlik karmaşası sadece günümüzde değil geçmişin de bir sorunudur. ''Sokollu Mehmet Paşa (Boş. Mehmed Pasa Sokolovic) Hırvatlara göre ihtida etmiş Hırvat, Sırplara göre de aynı şekilde ihtida etmiş Sırp’tır.'' (Akt. Eker,2006:74) ''Bosna-Hersek'in Osmanlı topraklarına katılmasından sonra sadece siyasi ve askeri anlamda değil ekonomik ve kültürel anlamda da yeni bir dönem başlamıştır. Yönetim sistemi din, İslami Türk medeniyetine ait olan her şey Bosna'da da yerlileşti. Mahalleler bile doğu sitiline göre yeniden düzenlendi. Zanaat ve ticaret gelişti. Çeşitli mimari yapılar ve anıtlar inşa edildi. Bu sosyo-ekonomik değişikliklerde ülkede ilk olarak askeri stratejik yapılara önem verildi. Bu yapılararasında en öenmli yapılar köprülerdir. Bu tip yapılar genellikle sultanların, sadrazamların, Bosna valilerin adına yaptırılmıştır. Dolayısıyla devlet bütçesinden karşılanmıştır.'' (Çeliç, Mujezinoviç,1998:23) Bu kimlik karmaşasının içerisinde sahip olduğu nehirler bakımından zengin olan Bosna-Hersek'te birçok köprü zaman zaman kültürel ayırımı, zaman zaman da kültürel birleşimi sağlamıştır. Tarihte zengin kişiler tarafından yaptırılan köprüler bu zengin kişilerin tanınmasını sağlamıştır. Osmana A. Sokoloviç'e göre: ''Taş köprüleri yaptıranlar çeşitli yerlerden  İstanbul'dan, Bosna-Hersek'ten, Hırvatistan'dan ve İtalya'dan gibi  çeşitli yerlerden gelmelerine rağmen işin ilginç yanı yapıları doğu konseptine uydurmuş olmalarıdır. Bu geleneğin dışına çıkan yapılar oldukça azdır. Bu kişilerin arasında en örnek alınacak olan kişi Koca Mimar Sinan'dır. Kariyerini de buna benzer bir işle başlatmıştır. Üç büyük kadırga inşa etmiştir. İran seferleri sırasında Doğu Anadolu'ya asker geçirmek için Van Gölü üzerinde köprü kurmuştur.''  (Bejtiç,1953:274) Bosna-Hersek'te yaptırılan bu köprüler arasında en değerli olanlar Mostar Köprüsü ve Vişegrad'daki Drina Köprüsü'dür. Bu köprüler zerafetleriyle dikakat çekerler. Bunlar,  geçişi sağlayan birer araç olmaktan ziyade sosyal, kültürel anlamlar da taşırlar. Ivo Andriç'in romanına konu olan ve Drina Nehri üzerinde kurulan Drina Köprüsü, sosyal hayatın birer parçasıdır. İnsanların ortak hafızasında  'köprü üstünde' sözü yer edinmiştir. Kasabadaki hayat köprü ile başlar. Hem Müslüman hem de Hıristiyan çocukları  ilk oyunlarını,  ilk gezintilerini köprünün üstünde yaparlar.  Köprü, hem birleştirici hem de ayırıcı bir özelliğe sahiptir. Köprünün sol kıyısında Hıristiyanlar otururken sağ kıyısında Müslümanlar oturmaktadırlar. Farklı kıyılarda otursalar da köprü ortak mekânlarıdır: ''Bu kasabada oturanların yaşamı bu köprü ile Kapıya'sının üstünde çevresinde ya da onunla ilgili olarak gelişir, akıp gider.

    Özel ya da genel yaşantıda her geçen konuda masallarda her zaman 'Köprü Üstünde' sözü duyulur. Gerçekten de çocukların ilk gezintileri, ilk oyunları orada başlar. Drina'nın sol kıyısında doğan Hristiyan çocukları daha bir haftalık iken köprüyü geçerler. Çünkü vaftiz olmak için onları sağ kıyıdaki kiliseye götürürler. Hatta sağ kıyıda oturanlar, yani Müslüman çocukları bile tıpkı babalarının ve dedelerinin yaptığı gibi çocukluklarının büyük bölümünü köprünün üstünde veya çevresinde geçirirler.'' (Andriç,1980:23) Çocukluk, köprü altında geçerken gençlikle beraber artık Köprü üstüne taşınılır. Köprü üstü gençlerin aşklarının yeşerdiği ilk fısıldaşmaların yapıldığı ilk heyacanların duyulduğu mekândır: ''İlk hülyaları, bakışmalar, fısıltılar, laf atmalar, ilk iş görüşmeleri hep burada başlar, pazarlıklar ve anlaşmalar burda yapılır, ilk randevular burada verilir.'' (Andriç,1980:29) Köprü kasabalıların karakterini, kaderini de tayin eder. Vişegradlıların hayalperest olmaları, melankolik bir yapıya sahip olmalarındaki en büyük etken burdaki insanların Kapıya'da uzun saatler kalıp hayallere dalmaları gösterilir: ''Çok eskiden biri bu Kapıya'nın, kasabanın kaderi ve kasabalıların karakterleri üstünde büyük bir etki yaptığını söylemiş. Vişegradlıların hayal kurma ve düşünceye dalma eğilimlerinin, karakterlerindeki melankolik umursamazlığın nedenini, Kapıya'da geçirdikleri o uzun düşünceye dalma saatlerinde aramak gerekir.'' (Andriç,1980:31)  Mekân ve insanlar arasında bağlantı bulunur. Mekânlar insanların ruh halini etkiler:

    ''Bu neşeli insanları böyle yapan Kapıya mıdır? Yoksa istek ve ihtiyaçlarına cevap vererek  Kapıya mı kendi zeka ve düşüncelerinden doğmuştur?'' (Andriç,1980:33) Köprü aynı zaman da acıklı, neşeli birçok hikâyenin doğmasına sebep olmuş Vişegradlılarla bütünleşmiştir. Aralarında organik bir bağ oluşmuştur. Köprü ile ilgili anlatılan hikâyeler aynı zaman da kasabanın da hayat hikâyesidir.   Devşirilen sadrazamlar, ''devşirilip Türk olduğu için büyük bir günah işlediklerini düşünüyorlardı. Vicdanlarını rahatlatmak ve memleketlerine borçlarını ödemek için köprüyü yaptırdıkları söylense de bu kanıtlanmamıştır. Ancak  bu köprüler daha çok ülkenin bütünlüğü için inşa edilmiştir.'' (Çeliç, Mujezinoviç,1998:23) Hırvat ders kitaplarında da romandan bu devşirme ile ilgili bölümün alıntı yapılıp okutulması ayrıca ilginç bir durumdur. Andriç ise bunun tersine bir yorumda bulunur. Sadrazamın artık yepyeni bir insan olduğunu ancak yıllar geçtikçe uzaklardan memleketini,  köprüsüz Drina Nehri'ni düşünüp göğsünün sızlandığını ifade eder: ''Sokullu Mehmet Paşa memleketine çok yakın bir yerde  yaptırmış ancak bunun asıl sebebi bu bölgenin merkezle Orta Avrupa'yı bağlayan en önemli yer olmasıdır .''  (Çeliç, Mujezinoviç,1998:23)  Sokollu, sadece memleketi Vişegrad'da köprü yaptırmamıştır. Başka yerlerde de köprüler yaptırmıştır. ''Podgorica'da Trebişnica'da birer köprü yaptırmıştır. Bu köprüler o dönemde Dubrovnik ve Hırvatistan'da büyük rol oynamışlardır.'' (Çeliç,Mujezinoviç,1998:23) Yazar, Sokollu'nun duygusal sebeplerden değil ekonomik ve stratejik sebeplerden dolayı bu köprüyü inşa ettiğini ifade eder: ''Evliya Çelebi Vişegrad'da köprünün sağ tarafında kervansaray ve bir imaret olduğunu yazmaktadır. Çelebi, bu kervansaraya on bin deve,katırın sığdığını yazar. Çelebi bu sayıyı abartılı anlatsa da hayranlıkla bahsettiğine göre gerçekten kaliteli ve büyük bir yapı olduğu halk arasında 'taş han' olarak bilindiği bir gerçektir.'' Çeliç, Mujezinoviç,1998:177) Köprünün yapılışı açılışı ile ilgili hikâyeler yüzyıllar boyunca anlatılır. Halk, köprü ile ilgili hafızalarındaki anıları değiştirerek ve başka olaylar katarak yeni hikâyeler üretir: ''Bayramda bile şeker yemeyenler bol bol şeker yedi. Kasabanın çevresindeki köylere kadar helva yiyen herkes sadrazama ve eserlerine uzun ömür  vermesi için dua etti. Kazanın başına on dört defa gelen çocuklar vardı. Aşçılar artık onları tanımışlar, kepçelerle kovalıyorlardı. Bir çingene çocuğu helvayı fazla kaçırdığından o gece öldü. Bu gibi olaylar, halkın hafızasında yer alıyordu.'' (Andriç,1980:88)  Köprünün varlığı kasabalıya güç verir. Her şeyi başarabileceklerine dair onları motive eder. Hayati unsurlardan olan hava, su, toprak elementlerine bir de köprü eklenmiştir:  ''Sanki hayatın bilinen elemanlarına: Gökyüzü, toprak ve suya, birdenbire bir eleman daha katılmıştır.'' (Andriç,1980:89)  ''Birçokları da yarım saat yürüyerek Kalata ya da Mezarlina'ya kadar gidiyor, karanlık iki dağın arasında çeşitli büyüklükteki on bir kemeriyle yeşil suların üstüne tuhaf arabeskler çizen uzaktan hafif ve bembeyaz görünen köprüyü seyrediyordu.''  (Andriç,1980:90)  Andriç,  romanda 1571 yılını köprünün tamamlanış tarihinin  Baki tarafından yazıldığını belirtir: ''İstanbullu bir şair tarafından yazılmıştı. Bu vakfı yaptıranın adını, sanını ve rütbesini köprünün tamamlandığı mutlu yıl (Hicri 979, Miladi 1571) yazıyordu.''  (Andriç,1980:90) Baki tarafından yazılan bu manzumeler, kasabalının günlerce üzerinde yorum yapmasına sebep olur. Bu manzumeleri anlamaya çalışırlar. 

    ''Drina Köprüsü, ekonomik ve stratejik öneme sahiptir. Vişegrad, Ortaçağda merkezi bir konumdaydı. Ortaçağda Pavloviç ailesine aitti. Türkler gelmeden önce burda bir köprü var mıydı bilinmiyor. Ancak 16. Yüzyılın ilk yarısında Drina Nehri üzerinde ahşap bir köprü sayesinde geçiliyordu. Bu köprü Kuripeşiç'in resminde resmedilmiştir.'' (Çeliç, Mujezinoviç,1998:175) Vişegrad'ın tarih boyunca stratejik öneme sahip olmuştur. İlk Sırp ayaklanması, I. ve II. Dünya savaşları sırasında karşıt güçlerin biraraya geldiği yer olmuştur.   Kasaba yüzyıllar içerisinde geliştikçe köprü önemini korur. Kuşaklar gelip geçtikçe kasabalının hayatındaki yeri daha da artar: ''Kasabada bıraktığı ışıklı iz hiç değişmedi. Dağların gökyüzüne çizdiği profilin hiç değişmediği gibi.''  (Andriç,1980:94) Gençler,  Kapıya'ya gelip otururlar, burada kasabalının felsefesini  öğrenirler, sorunları önemsememeleri gerektiğini algılarlar. ''Köprünün en yüksek yeri sudan 13.80 mdir. Balkon şeklinde bir çıkıntısı bulunmaktadır. Yolda geçenlerin dinlenmesi için bir sofa bulunmaktadır.

    ''1886 yılına kadar bu çıktıların üzerinde Kapıkula vardı.'' (Çeliç, Mujezinoviç,1998:275)  Bu sofada insanların dinlendiği, görüştükleri, şarkı söyledikleri bir mekândır: ''Yine halk, sohbet etmek, iş üzerine konuşmak ve tatlı tatlı uyuklamak için sofaya gelmeye başladı. Yaz geceleri gençler kafileler halinde şarkı söylüyorlardı. Bir gönül ağrısını dindirmek isteyen ya da uzak diyarların serüveninin özlemini çeken gençler gelip oraya oturulardı.'' (Andriç,1980:121) Köprü, kasabanın baş kahramanıdır. Gelip geçen kuşakların kaprislerini, dertlerini dinleyen, ortak olan ancak hiç değişmeyen hep aynı kalan...  Köprü sadece yaşama canlılık katmaz aynı zamanda bazen hayatın bitişine de yardımcı olur. Yazar: ''Sosyal çatışmaları anlatmak için Drina Köprüsü'nde Fata Avdagina ve Çorkan karakterlerini kullanır.'' (Kazaz, 2012:45) Drina Köprüsü adlı eserde Fato, istemediği bir kişi ile evlendirildiği için köprüden atlayarak hayatına son verir. Olayın sonlandığı yer yine köprüdür: ''Sağ ayağıyla taş korkuluğa bastı ve sonra kanatlanmış gibi eyerin üstünden sıçrayarak köprünün altında uğuldayan suya atladı.''  (Andriç,1980:143) Köprü ile ilgili efsaneler anlatılıp köprünün gücü mübalağalı bir şekilde halk arasında yayılır. Avusturyalılar Vişegrad'a yaklaştığında kasabalı tarafından köprünün müslüman olmayan bir milletin geçmesine izin vermeyeceğine inanılır: ''Bu köprü bir vezirin hayratıdır. Bu köprünün gavur kuvvetlere geçit vermedği yazılıdır. Onu biz değil de ne kılıcın ne de tüfeğin etkilemeyeceği 'bir evliya koruyor. Düşman gelince o.. mezarından kalkacak, köprünün ortasında dikilecek...'' (Andriç,1980:143)  Nehrin bir tarafında Molla İbrahim, diğer tarafında ise Rahip Nikola yaşamaktadır. Drina köprüsü farklı dinden olan bu insanları birleştirir. Molla ve rahip kendi milletleri için çalışan ama aynı zamanda çok iyi dost olan din adamlarıdırlar. Halk arasında 'papazla hoca gibi sevişiyorlar' tabiri kullanılır. Her ikisi nehrin karşı tarafında oturduklarından birbirlerine 'komşu' diye hitap ederler. Avusturyalılar geldiğinde de her ikisi Kapıya'da durup düşmanı durdurmak isterler. Vişegradlıların hayatlarında dönüm noktası olan bu olayda savunma mekânı olarak köprü seçilmiştir. Düşmana karşı farklı dinlerden olan iki millet birlikte hareket etmiştir.      ''Avusturya-Macaristan Devletinin bölgedeki yetkilileri yaptıkları gezilerde çeşitli sebeplerden dolayı tahrip edilen eserlere rastladıklarında onarımları için ilgi göstermiş ve hatta zaman zaman nakdi yardımlarda bulunarak halkın teveccühünü kazanma gayreti içerisine girmişlerdir.'' (Ekiz, 2012:1007) Avusturyalılar kasabaya geldikten sonra sosyal değişim yaşanmış ve bu değişim de ilk önce köprüde hissedilmeye başlanmıştır: ''Yabancıların getirdikleri yeniliklerle, halkın değişmeyen geleneklerin çarpışması asıl köprüde başladı.'' (Andriç,1980:179) Köprü aşkın filizlendiği, yaşandığı, gençlerin aşklarından yakındıkları ya da unutmak için uğraştıkları,  aşk yüzünden kavgalar ettikleri, suya bakarak heyecanlar duydukları hayal kurdukları bir yerdir: ''Kapıya ile kasabanın kadınları arasında her zaman bir bağıntı bulunmuştur. Delikanlılar köprüden geçen genç kızlara laf atmak, ya da gönül ağrılarını dindirmek, onları unutmak... Ya da onlardan yakınmak için oraya geliyorlardı. Kadınlar yüzünden çok kavgalar da olurdu. Sevgilileri için şarkı söyleyen sigara içerek sessizce akan suyu seyreden, yalnız kendini unutmaya çalışan gençler de pek çoktu.'' (Andriç,1980:179) Geçen yıllarla birlikte kasabadaki sosyal değişim köprüye de yansır. Daha önce kadınlar Kapıya'da oturmazken Avusturyalılar döneminde kadınlar daha rahat gelip Kapıya'da oturmaya, vakit geçirmeye başlarlar: ''Nice aşklar burada alevlenmiş yine niceleri burada sönmüştür. Ama ne olursa olsun ne Müslüman ne de Hıristiyan kadınları hiçbir zaman gelip Kapıya'da oturmamışlardı.'' (Andriç,1980:182)  Andriç, Avusturya dönemininde kasabadaki sosyal hayatı daha düzenli daha gelişmiş olarak görür: ''Jelçiç, Drina Köprüsü romanında Bosna'daki Avusturya – Macaristan hâkimiyeti anlatılırken anlatıcı Andriç dünyaya bir Sırp gözüyle değil bir batılı bir Latin gözüyle baktığını ifade eder. Çünkü bu bölümde Andriç 1878'den sonra geri kalmış Bosna toplumunda günlük hayatta bazı değişikliklerin meydana geldiğini anlatır.''  (Kovaç,2012:139)  Avusturya-Macaristan döneminde gelen Macarlar, Polonyalılar da köprünün büyüsüne kapılıp saatlerini Kapıya'da geçirmeye başlarlar: ''Birkaç yıl sonra onlar da saatlerce Kapıya'da oturmaya, kalın kehribar ağızlarıyla sigaralarını içerken, kasabanın yerlileri gibi...'' (Andriç,1980:222) Sadece Bosna'daki olaylar değil Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile ilgili haberler de Kapıya'da asılır: ''Majesteleri İmparatoriçe Elizabeth'in Cenevre'de iğrenç bir suikaste kurban gittiği ve Luccheni adlı bir İtalyan anarşisti tarafından öldürüldüğü bildiriliyordu.''  (Andriç,1980:258) 

    Köprü ile ilgili birçok efsane anlatılır. Köprüyü onarmanın, değiştirmenin uğursuzluk getireceğine inanılır: ''Ben de bu köprüye dokunmakla iyi etmiyorlar diyorum size! Bakın görürsünüz! Bunun sonu iyi çıkmaz. Onu bugün onardıkları gibi yarın da yıkarlar. Rahmetli Molla İbrahim bana anlatmıştı. Bir kitapta okumuş, canlı suya dokunmak, akıntısını değiştirmek çok günahmış.'' (Andriç,1980:267) Köprüye olağanüstü özellikler verilir. Onun yıkılacağını düşünmezler. Köprü sonsuza kadar ayakta kalacaktır. Çünkü köprü Allah sevgisiyle yapılmıştır: ''Her köprünün ne biçim olursa olsun, isterse bir selin üstüne uzatılan bir ağaç kütüğü, ister Mehmet Paşa'nın güzel eseri gibi olsun, başında daima bir melek bekler ve Cenabı Hak ne kadar ömür verdiyse o kadar dayanır.'' (Andriç,1980:267)  19. yüzyıldan itibaren Drina Köprüsü'nde  modernizm yakından takip edilir. Kasabaya tren gelir. Vişegrad'a trenin gelmesiyle köprünün doğu ile batıyı birleştirme görevi sona erer. Ancak halkın sosyal yaşantısındaki önemi devam eder. Halk yine Kapıya'ya gidip dinlenir, sohbet eder: ''Halk köprünün o eski köprü olmadığına, köprüden geçen yolun artık batı ile doğuyu birleştirmediğine inanıyor ve bunu kolayca kabul ediyordu.'' (Andriç,1980:276) Ülkedeki yönetim biçimi değişiklikleri köprünün üzerindeki bildirilere yansır. Daha önce Türkçe yazılan bildiriler Osmanlının gitmesiyle birlikte artık asılmaz. Türkçe yerine Sırpça yazılır: ''Bu sefer bildirinin Türkçesi yoktu. Hoca da Sırpça okumasını bilmiyordu.''  (Andriç,1980:279) Prag'a, Graz'a, Zagrep'e okumak için giden gençler yanlarında getirdikleri kitaplarla kasabada farklı bir hava estirirler. ''İhtiyarlar 'ah' çekerek Balkanlardaki yeni sınırlardan ve Türk hâkimiyetindeki Lika'dan İstanbul'a uzanan coğrafyada geçen çocukluklarından bahsederler.'' (Kovaç,2012:83)  Robert Hodel'e göre Osmanlı dönemi romanda tatlı bir sessizlik olarak görülür, Avusturya dönemi ise karmaşadır.  Türk sınırının Edirne'ye çekilmesinden sonra artık köprü doğuyu da bağlamaz. Sadece Vişegrad'ın iki yanını bağlama görevi kendisine kalmıştır: ''Daha dün oracıkta olan ve onu yaratan  Doğu... Son zamanlar çok sıkışmış, kemirilmiş olmasına rağmen daimi ve gerçek olan doğu, şimdi bir hayalet gibi birden kayboluvermişti. Artık köprü, şehrin iki yanı ile... Drina'nın iki yanındaki  yirmi kadar bucak ve köyden başka bir yeri birleştirmiyordu.'' (Andriç,1980:294) Fra Jukiç, Türklerin yaptırdığı hiçbir şeyi beğenmemesine rağmen köprüden hayranlıkla bahseder. Otto Blau da beğenen kişiler arasındadır.

    Drina Köprüsü sadece müslümanlar için değil Sırplar için de önemli olmuştur. Drina Köprüsü'nü konu edinen Ivo Andriç, bu romanla Nobel ödülünü almıştır. ''Post Yugoslav siyasi ve kültürel coğrafyasında birbirinden farklı dört dil oluşsa da Andriç'in eserlerini bu dillere çevirme ya da uyarlama ihtiyacı duyulmamıştır. Çünkü Andriç okuyucular tarafından yabancı bir kültürün temsilcisi olarak algılanmadı. Ancak politik ve kültürel çevrenin değişmesiyle Andriç'e takınılan tavır da değişmiştir.'' (Lovrenoviç,2012:13) Sırplar Andriç'i Sırp yazar olarak nitelendirmektedirler, Hırvatlar ise yazarın Katolik bir aileden gelmesinden dolayı ona sahiplenmektedirler. Boşnaklar ise daha eleştirel bakmaktadırlar. 

(Bayram, Sibel. “İvo Andriç’in Drina Köprüsü Adlı Romanı Bağlamında Hayatlara Uzanan Köprüler”, Turkish Studies, Volume 9/9 Summer 2014, s. 271-282)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KAYNAKÇA

Andriç, İ. (1983). Drina Köprüsü. (Çev.: Hasan Âli Ediz & Nuriye Müstakimoğlu), 11. Baskı, İstanbul: Altın     Kitaplar Yayınevi.  Arm...