11 Ekim 2018 Perşembe

DRINA IRMAĞI (Река Дрина)

Drina Köprüsü'nde geçen Drina Irmağı

DRİNA IRMAĞI

Drina Irmağı (Sırpça: Дрина, Boşnakça: Drina)

Balkanlar'da uzanan, Sava Irmağı'nın 346 km boyundaki en büyük kolunun adıdır.

Tara ve Piva'nın birleşmesiyle oluşmuştur. Sava Irmağı'nın kollarından biridir. 346 km uzunluğundaki Drina'nın debisi, mevsime göre 70-1.900 m3 arasında değişir. üstünde, Zvornik'te hidroelektrik santralı bulunur. Ayrıca orman ürünlerinin taşınmasında da yararlanılır.
Drina Adı:
Drina, Latince kökenli bir sözcük olan Drinus sözünden dönüşmüştür.

Özellikleri:

Biri Durmitor, diğeri Komovi dağlarından çıkan Piva ile Tara akarsularının birleşmesinden meydana gelmiştir. Eğimli bir arazide aktığı için nehir, trafiğe elverişli değildir. Ancak kütük yüzdürmekte çok kullanılır. Büyük bölümü Sırbistan ile Bosna-Hersek arasındaki sınırı oluşturur. Drina çok hızlı akan, soğuk ve yeşil suya sahip bir nehirdir.

Derinlik:
Ortalama derinlik 3-5 metredir. 12 metre olan en derin yer Tijesno'dadır.

Genişlik:

Drina'nın ortalama genişliği 50-60 metredir. Ancak, genişlik Tijesno'da 12-20 metreye düşerken, Bajina BaŞ¡ta ve Ljubovija'da (Sırbistan) genişlik 200 metreden fazladır.

Yerleşim Bölgeleri:

Elverişsiz arazisi sebebiyle Drina havzası az nüfuslu bir bölgedir. Bölgede düzgün yollar ve demiryolları azdır. Drina Nehri üzerindeki yerleşim yerleri şunlardır:
  • Bosna-Hersek'te: Foça, Srebrenica, Gorajde, Vişegrad, Bratunac, Zvornik, Janja.
  • Sırbistan'da: Ljubovija, Mali Zvornik, Banja KoviljaĞa, Loznica, LozniĞko Polje, Badovinci.
Bosna-Hersek'te Vişegrad, Skelani, Bratunac ve Zvornik; Sırbistan'da Loznica ve Badovinci yerleşim birimlerinde köprüler bulunmaktadır. Bunlar içinde Vişegrad'da bulunan Drina Köprüsü, birçok yönğyle meşhur olan bir köprüdür. Bu köprü Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mimar Sinan tarafından Sokullu Mehmet Paşa adına 1577'de yapılan 11 gözlü bir köprüdür.
İVO ANDRİÇ


Drina Köprüsü-İvo ANDRİÇ

İVO ANDRİÇ

Drina Köprüsü adlı eseriyle Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan İvo Andriç, uluslararası ün salmış Yugoslav yazarlardan birisidir.


   İvo Andriç, 1686-1851 yılları arasında Bosna eyaletinin merkezi olan Travnik kasabasında, 10 Ekim 1892 tarihinde doğdu. Çok küçük yaşta babasını kaybetti. Genç yaşta dul kalan ve Vişegradlı olan annesi, küçük İvo ile birlikte Vişegrad'taki ailesinin yanına gitti. Böylece İvo Andriç çocukluğunu, delikanlılık çağının bir bölümünü , romanına konu olan olayların geçtiği Drina ırmağı kıyısındaki bu küçük kasabada geçirdi. İlk ve orta öğrenimini ise Viyana, Zagreb, Krakov ve Graz üniversitelerinde yaptı. Bu üniversitelerde felsefe, Slav tarihi ve edebiyatı okudu.
   İvo Andriç daha üniversite sıralarında politikayla ilgilenmeye başladı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun sınırları içinde yaşayan Slav ulusunun kurtuluşunu ve birliğini sağlamaya çalışan devrimci gençlik örgütüne girdi. 1914 Haziran'ında Avusturya veliahtı Ferdinand, bu örgüte bağlı gençlerden biri tarafından Saraybosna'da öldürüldü. Bu örgüte bağlı birçok Sırp genci gibi, İvo Andriç de bu olayla ilgili olarak tutuklandı. Bir yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra sürgüne gönderildi. 1917 yılında çıkarılan aftan yararlanarak, yarıda kalmış olan üniversite öğrenimini tamamladı. 1918 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanarak Yugoslavya devleti kurulunca, İvo Andriç meslek olarak hariciyeciliği seçti. İkinci Dünya Savaşı'na kadar çeşitli ülkelerde konsolosluk ve elçilik yaptı. 1934'te Yugoslavya'nın Berlin Büyükelçiliği'ne atandı. Bu görevi 1941 yılına, yani Almanların Yugoslavya'yı istilasına kadar sürdü.
   İvo Andriç 1918 yılında yayınladığı Hapishane Anıları'yla yazı hayatına girdi. 1919'da lirik bir nesir kitabı çıktı. 1920'de ise ilk hikayesi olan Ali Cercelez Yolu'nu yayınlandı. Bunu birçok hikaye kitabı izledi.
   İvo Andriç en önemli, en olgun eserlerini resmi görevinden ayrıldıktan sonra yazdı. Ona ün kazandıran Travnik Kronika başta Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca olmak üzere bütün dünya dillerine çevrildi.
   Büyük bir sanatçı, ince bir psikolog olan İvo Andriç, eserlerinin çoğuna konu olarak doğup büyüdüğü Bosna'yı seçmiştir. Bu eserlerinde Bosna'nın Osmanlı egemenliği altına girişinden bugüne kadar geçen olayları, şehirleri, kasabalarını, efsanelerini, masallarını, ülkülerini, tutkularını anlatmıştır.
   Travnik Kronika: İvo Andriç'in en önemli eserlerinden biri olan Travnik Kronika'da, Napolyon tarafından bu küçük Boşnak kasabasına gönderilen Fransız Konsolosu, onun siyaset ve ticaret alanındaki çalışmaları, bu ilkel kasabada karşılaştığı zorluklar, tehlikeler, Avusturya Konsolosu'yla rekabeti, Franciscain papazlarıyla birlikte Türk devlet otoritesine karşı çevirdiği dalavereler anlatılmaktadır.
   Matmazel: İvo Andriç'in öteki eserlerine hiç benzemeyen, Balzacvari bir romandır. Ama Andriç bu eserinde de psikolojik gücünü göstermekten geri kalmamıştır. Eserin konusu kısaca şöyledir: Saraybosnalı bir genç kızda, babasını iflasa sürükleyen felaket karşısında büyük bir ruh değişikliği olur. Kısa bir zaman sonra bu kız cimri, insan düşmanı, tefecilik eden bir kişi olarak karşımıza çıkar. Gitgide insanlardan uzaklaşır, tek başına yaşamaya başlar. Nasıl öldüğü de, kitabın sonuna kadar bir bilmece olarak kalır.
   Drina Köprüsü: Yazarın en önemli, en ünlü eseridir. Bu nefis roman Yugoslavya'da on beş kez basılmış, ülkemizde birinci baskısı iki buçuk ay gibi kısa bir sürede tükenmiştir.
   Drina Köprüsü'nün gerek ülkemizde, gerek başka ülkelerde böyle bir başarı sağlaması, hele 1961 Nobel Ödülü'nü kazanması hiç de boşuna değildir. Eserde anlatılan olaylar gerçi küçücük bir kasabada, Vişegrad kasabasında geçer, ama bu kasaba rastgele bir kasaba değildir. O zamanlar her ikisi de Osmanlı İmparatorluğu'nun birer eyaleti olan Sırbistan'la Bosna-Hersek sınırı üzerinde, Doğu'yla Batı'yı birleştiren ya da ayıran Drina ırmağı kıyısındadır. Bundan ötürü de, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü zamanında Vişegrad kasabasında, bu ırmağın üzerine kurulan köprü, yüzyıllar boyunca Doğu'yla Batı arasında alışverişi sağlamış, birçok ilginç ve büyük olaya sahne olmuş ya da bu olaylara tanıklık etmiştir.
   İşte İvo Andriç romanının başlıca kişisi olarak bu köprüyü seçmiş, köprünün tanık olduğu üç yüz elli yıllık tarihi olaylarını da adeta mizansen olarak kullanmıştır. Ama bunu yaparken kuru, yavan bir kronikçi gibi davranmamış, usta bir anlatımla eserine doğup büyüdüğü bu bölgenin masallarını, efsanelerini, gelenek ve göreneklerini katmayı unutmamıştır. Böylece Drina Köprüsü'nde, köprünün yapılışı, Sırbistan isyanları, kolera salgınları, su baskınları, Bosna-Hersek'in Avusturya tarafından işgali, bu bölgeye demiryolu getirilişi, 1912 Balkan Savaşı, 1914 Haziran'ında Avusturya veliahtı Ferdinand'ın bir Sırplı genç tarafından öldürülmesi, Avusturya-Sırbistan Savaşı, köprünün dinamitle atılması gibi büyük tarihsel olayların yanısıra, istemediği bir delikanlıya verildiği için kendini bu köprüden azgın Drina'ya atan güzel Boşnak kızı Fato'nun acıklı serüveni, kumarcı Glasinçanin'in yarı gerçek, yarı masal halinde anlatılan kumar tutkusu, tekgöz Salko'nun gazinocu Lotika'nın yaşamları da yer almıştır.
   Büyük bir sanatçı olan İvo Andriç, gerçek bir hümanisttir. Bundan ötürü de, çeşitli dinlerin ve soyların kaynaştığı bu bölgede en küçük bir din ve ırk ayrımı yapmadan, anlattığı olaylarda yer alan bütün kişilere eşit bir sevgi ve ilgi göstermiştir. İvo Andriç'in eserlerine uluslararası bir nitelik veren de bu olsa gerek.
   Gerçekten de İvo Andriç'in eserlerinin değil her sayfasında, her satırında bile derin bir insan sevgisi görmek mümkündür. Bunun içindir ki, yazar romanlarında yer verdiği kötü kişileri bile yemeye kıyamamış, bu işi kendi ağızlarıyla, yine onlara yaptırmıştır. Bunun doğal sonucu olarak İvo Andriç, romanında gerçekçi ve tarafsız kalmayı bilmiştir. Gerçi romanda insanları diri diri kazığa geçiren Abid Ağa gibi zalimlere yer vermiştir. Ama bu olayların XVI. yüzyılda (1570) geçtiğini, o çağlarda dünyanın her yerinde insanları kazığa geçirmek ya da diri diri ateşte yakmak gibi olaylara bol bol rastlandığını düşünürsek, bu olayda olağanüstülük görmeyiz. Kaldı ki, Abid Ağa'nın bu tutumu, zalimce davranışları Osmanlı sarayınca da hoş karşılanmamış, kendisi geri alınarak yerine Arif Bey gibi yumuşak, dürüst bir kişi gönderilmiştir. Böylece Andriç bu olayda da tarafsızlığını elden bırakmamış, Abid Ağa gibi bir zalimin karşısına Arif Bey gibi dürüst bir insanı çıkarmayı ihmal etmemiştir.
   1803 Sırp ayaklanması sırasında köprünün üzerinde, Yelisey adlı deli bir dervişle Mile adında saf bir köylünün başları kesilmişti. İvo Andriç bu olayın günün koşullarında doğal sayılması gerektiğini, buna benzer bir başka olayla çok güzel anlatmıştır. 1914 yılında Bosna'da Avusturya veliahtı bir Sırp genci tarafından öldürülünce Avusturya, Sırbistan'a savaş açtı. Avusturyalı yetkililer sınır bölgesindeki Sırplara gözdağı vermek için düşmana ışıklı işaret verdikleri iddiasıyla (işaret vermenin bile ne olduğunu bilmeyen) sınır köylerinden üç Sırplıyı suçsuz olmalarına bakmadan asmaktan çekinmemişlerdir.
   Eserde Saraybosna'daki çeşitli ulusların, din ve ırk ayrılıklarına bakmadan, dışarıdan ya da içeriden bir kışkırtma olmadıkça, nasıl kardeş gibi geçindiklerini anlatan çok canlı bölümler vardır. İşte Molla İbrahim'le Rahip Nikola... Biri Müslüman, öteki de Ortodoks Sırp cemaatinin ruhani lideri... Rahip Nikola gençliğinde Vişegrad Müslümanlarıyla arası açılıp da gizlenmek, Sırbistan'a kaçmak zorunda kalınca, o zamanlar kasabada babası çok hatırlı bir kişi olan Molla İbrahim ona yardım etmiştir. Daha sonraları kasabadaki kargaşalık yatışınca, Müslümanlarla Ortodokslar arasındaki ilişkiler de düzelmiş, artık yaşını başını almış olan bu iki adam arasında da bir dostluk başlamıştı. Şakayı seven kasabalılar, iyi anlaşan kişilerden söz ederlerken, "Papazla Hoca gibi sevişiyorlar," derlermiş... Bu söz o bölgede bir atasözü gibi yerleşip kalmıştır.
   Zaten birçok konuda anlaşan bu ruhani liderlerin ikisi de ileri düşünceli kişilerdir. Romanda Rahip Nikola'nın görüşlerini belirten şöyle bir bölüm var: Zalim bir oyuna kurban olan Avusturya ordusu erlerinden Galiçyalı Fedun bu acıya katlanamaz, canına kıyar. Bununla ilgili olarak ortaya bir sorun çıkar: Fedun intihar ettiğine göre Hristiyan mezarlığına gömülebilir mi? Rahip Nikola, Uniat mezhebinden birinin günahını bağışlayabilir mi?
   Bu işle görevlendirilen Avusturyalı bir subay Nikola'ya başvurur. Bu sıralarda artık iyice yaşlanmış olan Rahip Nikola'nın Yoso adlı bir yardımcısı vardır. Rahip Nikola düşüncesini söylemeye fırsat bulmadan Yoso atılır. Bunun eşine rastlanmamış bir olay olduğunu, Fedun'un Hristiyan mezarlığına gömülmesinin hem kilise yasalarına, hem geleneklere aykırı bulunduğunu, ama intihar ettiği sırada aklının başında olmadığı kanıtlanacak olursa belki bir şey yapabileceğini söyler. Rahip Nikola" Bir felaket oldu mu, ortaya kanıtlanacak bir şey kalmaz," der. "Kim aklı başındayken canına kıyabilir? Kim onun bir dinsiz gibi, bir rahibin yardımı olmadan bir duvarın dibine gömme sorumluluğunu üstüne atabilir? Haydi gidin, mösyö!... Ölüyü mezarlığa... Başka yere değil. Günahlarını ben affedeceğim."
   Avusturyalı subay gittikten sonra Rahip Nikola'nın çömezine söylediği şu sözler ne kadar anlamlıdır:" Onun günahlarını neden affetmeyecekmişim? Hayatında mutsuz oluşu yetmiyor mu ki!"
   İvo Andriç'in eserinde, buralara geldiği zaman erişilmez bir yükseklikte olan Osmanlı İmpartorluğu'nun çöküşünü hazırlayan nedenleri de açıkça görmek mümkündür: Viyana, Zagreb, Krakov, Graz üniversitelerinde okuyan ve yaz tatillerini geçirmek üzere kasabalarına dönen Vişegradlı Sırp gençleri, ılık yaz gecelerinde, köprüde günün en ileri felsefe akımlarını tartışırken, romanın başlıca kişilerinden biri olan Ali Hoca, Müslümanlar arasında, Avusturyalıların kasabaya getirdikleri suyun "ne içmeye, ne de abdest almaya elverişli" olduğunu yaymaya çalışmakta, başta demiryolu olmak üzere kasabada yapılan bütün yenilikleri yermektedir.
   Sosyal, politik ve ekonomik olayları çok iyi değerlendirmeyi bilen Andriç, Avusturyalıların Bosna'daki tutumlarını, Osmanlı yönetimiyle Avusturya yönetimi arasındaki farkı birkaç satırla ne güzel anlatıyor:
   "Yeni yönetim iyi bir sistem kurmuş, Osmanlı yönetiminin insanların cebinden zorla çektiğini, acımasızca ve kimseyi sarsmadan çekip alıyordu. O kadar ki, halk ödediği vergilerin farkında bile olmuyordu. Böylece Avusturyalılar, belki Osmanlılar zamanından daha fazla para çekiyor, ama daha kolay, daha çabuk ve güvenilir biçimde yapıyorlardı."
   İvo Andriç, Avusturya işgalinin ve yeni yatırımların doğurduğu enflasyon tablosunu şöyle anlatmaktadır:
"Demiryolunun yapılışı sırasında halk illk olarak bunun, işgal yıllarının kaygısız, kolay ve açık kazancına benzemediğini anlamıştı. Bu son yıllar içinde eşya ve erzak fiyatlarında hayli yükselme olmuştu. Fiyatlar yükseliyor, bir daha da inmiyor. Kah daha uzun, kah  daha kısa süre sonra tekrar yükselme oluyordu. Para kazanılıyordu, gündelikler dolgundu, ama yine de kazanç ihtiyaçtan yüzde 20 eksikti. Bu her gün sayısı artan bir sürü insanın hayatını zehirleyen, çılgın ve sinsi bir oyundu... İşgalden hemen sonra zengin olmuş patronlar, aradan on beş, yirmi yıl geçmeden fakirleştiler. Çoğunun oğlu şimdi başkalarının yanında çalışıyordu. Tabii yeni gelenler arasında da para yapanlar vardı. Ama para, sonunda insanın avucunu boş, namusunu da kirlenmiş olarak bulduğu bir hayal oyunu gibi onların avucundan da akıp gidiyordu."
   Birçok dile çevrilmiş olan Drina Köprüsü'nün en başarılı çevirisinin dilimize yapılan çeviri olduğuna inanıyoruz. Çünkü eserde kimisi olduğu gibi alınmış, kimisi de Sırp fonetiğine uydurulmuş yüzlerce Türkçe söz yer almış bulunuyor. Yalnız yazarın, kitabın sonunda alfabetik olarak sıraladığı bu tür sözcüklerin sayısı 218'dir. Yazarın, belki de Sırplaşmış saydığı için, eserde geçtiği halde bu sözlüğe koymadığı Türkçe sözcüklerin sayısı ise 100'ü geçmektedir. Eserin başka dillere yapılan çevirisinde, bu Sırplaşmış Türkçe sözcüklerin anlamına ya hiç yer verilmemiş ya da gerçek anlamından uzak verilmiştir. Birçok romantik Boşnak türküsünün "Akşam geldi..." gibi Türkçe sözlerle ya da "Hayli zaman oldu görmedim ben" gibi Türkçe mısralarla başladığı çok görülmektedir. Eserin başka dillere yapılan çevirisinde, bu türkülerin anlamı da yeterince belirtilmemiş bulunuyor.
   Konusu dikkate alınırsa, Drina Köprüsü'nün Türk okurları için neden ayrı bir değer, ayrı bir özellik taşıdığı kolayca anlaşılır.
   Drina Köprüsü, bir yandan dört yüz küsur yıl kader birliği ettiğimiz Bosna'yı ve Bosnalıları, öte yandan bugünkü Yugoslavya'nın en büyük yazarlarından biri olan İvo Andriç'i tanımamıza yardım ederse, ne mutlu!... 
      
  


KAYNAKÇA

Andriç, İ. (1983). Drina Köprüsü. (Çev.: Hasan Âli Ediz & Nuriye Müstakimoğlu), 11. Baskı, İstanbul: Altın     Kitaplar Yayınevi.  Arm...